Yürüyorum sahilde...Gereğinden fazla sezsizce...Kimseler gelmez buraya. Belki de huzur vermesinin nedeni insanoğlu tarafından hiç değiştirilmemesidir.Bakıyorum kumlara usulca, altın renkli kumların arasında rengarenk taşlar...Okyanusa olan büyük aşkım ona bakınca heycanlanmamı sağlıyor.Bir an için dönüp arkama bakıyorum bir kaç buğday tarlası ve eski bir evden başka bir şey yok.Buğday tarlalarının ardında sarp kayalıklar ve dağlar var.Gözümün alabildiği yerler sarı veya kahverengi belkide bozkırın ön önemli özelliğidir sadeliği...
Yürüyorum yavaş yavaş, çırpıntılı sular var ardımda.Ben geçtikçe okyanus sinirleniyor sanki kabarıyor kabarıyor daha hızlı dalgalanıyor.Ayak izlerimi siliyor kıskanç dalgalar.Ama silsinler ben geçtim ya bir kere...
Ufuğa doğru bakıyorum.Gökyüzü kızıl...Batmak üzeri güneş.Okyanusta gökyüzüyle aşık atmak istercesine kırmızılaşmış.Kızıl sıcak şaraba benzetiyorum kırmızı suları.Düşünüyorum bir an.Ya şarap değilde kan olsaydı o sular? Ya katledilmiş insanların kanlarıysa? Endişelenmiş surat ifadem tekrar gülümsemeye bırakıyor yerini.Okyanus mutluk veriyor bana.Güneş semadan yavaş yavaş sulara dalıyor.O alçaldıkça benim kalbim yükseliyor.Kanatlanıp okyanusun üzerinden sonsuzluğa uçacakmışım gibi hissediyorum.Fakat uçma düşüncesi bile beni yormaya yetiyor.Dünyayı düşünüyorum, acaba omuzlarımda ki yük çok mu fazla? Başkaları göremez sırtımda ki yükü ama ben hissederim, taşırım onu sonsuza dek.Ama için için bilirim ki bir gün altında kalacağım bu yükün.Fakat bu büyük yük sırtımdayken korkmuyorum kimseden.Bir kalkandır benim için bu yük.Fakat düşünmeden de edemiyorum, taşımak zorundamıyım bu kadim ağırlığı?
Uzun zaman önce güneşin doğuşu heycanlandırırdı beni, batan güneş ise güç verirdi.Fakat geride kaldı o günler.Güneşin asil ışıkları aydınlatmıyor karanlık ruhumu.Güzel şeyler zevk değil sıkıntı veriyor içime.Güzel varlıkların karanlık yüzüne gördükçe tat almaz oldum hiçbir şeyden. Algılama, tahmin etme yetim arttıkça insanlığa olan nefretimde kat kat arttı.Belki büyük bir bedduaya uğradım?Belki de acımasızca, insafsızca lanetlendim.Issız çöllerde dahi ısınmayan kalbim, buzların içinde ise yanıp tutuşur oldu...
Güneşin batmasıyla maviliğini kaybeden sevgili okyanusumdan ayrılıyorum ağır adımlarla.Kurumuş buğdayların başlarına dokunuyorum.Hüzün kaplıyor içimi onları gördükçe.Yeşil halleri aklıma geldikçe, sarı sıcaklarda yanıp saman rengine dönmeleri üzüyor beni.Moral vermek istercesine konuşuyorum onlarla:
''Öfkeyle yağan yağmurlara direnip başaklar verdiniz, yağmurdan kurtulmayı dilediniz, güneş yüzünü gösterdi size.Sevdiniz tüm kalbinizi açtınız güneşe fakat ulu sevgiliniz sizi sapsarı yaptı.Bilirim insaoğlu sizi böyle sever ama söyleyin bana siz memnun musunuz? ''
Ufuğa doğru sonkez baktığımda güneşin son parçasıda kayboluyor.Ve çok küçük kalan kızıl gökyüzü tamamen kayboluyor...Bense gözümde bir kaç damla yaşla eski eve doğru yol alıyorum.Dönüp bakmayacağıma söz veriyorum okyanusa.İnsan sevdiğini özlemeli diye düşünüyorum.Fakat buğdaylardan gözümü ayırmıyorum.Onlardan sonsuza dek sorumun cevabını bekleyeceğim...