Lucian Luxsouer
Mesaj Sayısı : 1 Altın : 6 Kayıt tarihi : 16/06/11
Kişi sayfası RP Seviyesi: (85/100)
| Konu: Lucian Luxsouer Perş. Haz. 16, 2011 9:22 pm | |
| Saat kulesinin kapısında elimde nimbusumla dikelip yağmur sonrası havasını ardı ardına ciğerlerime dolduruyordum. Sanki ciğerlerim tozlanmışta bu mis hava onları temizliyordu. Öğrenciler bahçedeki banklarda oturmuş konuşuyorlardı. Güneş bulutlardan kurtulmuş yavaşça selam verirken kuşlarda ortaya çıkmışlar, havada döne döne uçarak şarkı söylüyorlardı. Hala saat kulesini kapısındaydım. Arkamdaki rutin bir sağa bir sola sallanan dev sarkacı ilk gördüğümü hatırlıyordum da buradan geçerken bana çarpmasın diye on takla atmıştım. Komikti. Aynen merdivenlerden düşme korkusu gibiydi. Ya da Hogwarts’ın yıkılması. Saçmaydı.
Eski anıları elimin tersiyle kenara itip bahçeye doğru yürümeye başladım. Bahçenin ortasındaki küçük havuzun yanına geldiğimde seri bir şekilde elimdeki süpürgemi ayaklarımın arasına alıp yükselmeye başladım. Duvarlardan daha yüksek oluncaya kadar yükseldim. Sonra çok hafif bir şekilde öne doğru eğildim ve süpürgem ileri doğru hızlı bir şekilde atıldı. Süpürgeyi kontrol etmek benim için her zaman kolay olmuştu. İlk başından beri öyleydi. Süpürge kullanmak çok hassaslık gerektiren bir durumdu. En ufak hareketine duyarlıydı. Süpürgem makul derecede hızlıydı. Nimbus 2058, yeni çıkan model 2060’dı. Aslında şimdi en rağbet gören ateşoku serisiydi ama nimbus almıştım. Galleonundan değil sadece uçuş hayatımda yavaş ve sağlam adımlar atmak istiyordum. Ateşokuna binip hızından dolayı düşmek istemezdim elbette. Aslında düşeceğim de sanmam ama içimdeki ses daha doğrusu mantığım böyle yap diyordu. Nimbus serisi okuduğum kadarıyla klasikmiş. Eskiden silsüpürler varmış, sanırım 2000’li yıllarda… Şimdi üretimi yapılmıyor diye biliyorum. Piyasada birçok süpürge markası var ama ben nibus ve ateşokunun üstüne tanımam.
İyi uçuyordum. Aslında ayet iyi uçuyordum. Quiddicth takımı alımları başlamıştı ve bende bir başvuru yaptım. Umarım seçmelerde başarılı olurum. Genelde dördüncü sınıfların oluşu takıma girme şansımı düşürüyordu ama bakalım…
İlerde uçurumu görüp daha da hızlandım. Buradan geçmekten hep korkmuştum. Hızımdan dolayı yüzüme çarpan hava bir ara nefes almamı zorlaştırdı sonrasında yavaşlayınca her şey olabileceği kadar normal oldu. Uçurumu geçtikten sonra yine düşük hızda uçarken içime bir an süpürgeye ilk bindiğimde dolan bir duygu doldu. İki kat daha mutluluk… Büyü yapmaktan sonra en çok sevdiğim şeydi uçmak. Kuşlar kadar özgür, gölge kadar sessiz ve hızlı. İlk ağaçlar ortaya çıkıyordu. Çok büyük değillerdi. Yasak ormanın çok geçmeden üzerinde uçmaya başladım. Altımdaki tehlike dolu yeri biliyordum. Yasak oluşunun birçok nedeni vardı ama ben kendime hâkim olamamış oraya kaç kere gitmiştim. Bir gün yakalanacağımdan korkuyordum sanki. Ceza zindanlarına hiç inmemiştim. Aslında yakalansam fena da olmazdı. Ama sicilim temizdi. Onu kirletmek istemiyordum. İşte bu yüzden yasak koridora hiç gitmemiştim. Çünkü orada yakalanacağımı biliyordum. Başıma gelecek tehlikeler değil de profesörlerin gözündeki kalitemin düşmesiydi gerçekte beni korkutan. Zaten yeni yeni tanınmaya başladığım bir yılda benim için iyi bir reklâm olmazdı ceza almak.
Daha fazla ileri, gitmek, istemiyordum. Sağ tarafa hafifçe yattım ve süpürgeyi dar bir “u” dönüşüyle geldiğim yöne çevirdim. Biraz daha hızlı sürerek ormanda bir yerde bir açıklık aradım ama bulamadım. Orman çok sığdı. Yeri bile göremiyordum. Bu yüzden ormanın ortalarında bir yerlere dalmak yerine başlangıcına doğru gittim. Ağaçların bittiği yere indim. Süpürgemi elime alıp bir ağaca dayadım. Çok durmak istemiyordum. Yapmak istediğim şeyi yapıp geri çıkacaktım. Etrafıma bakma zahmetine bile girmedim. Asamı cebimden çıkardım ve ormana daldım.
Hava birden değişti. Kasvet denizine dalmıştım. Devasa ağaç gövdeleri arasında yürüdüm. Fazla geçmeden etraf karanlıklaşıyordu. Havaya baktığımda karanlık bir göl gördüm. Ulu ağaçların bir araya gelmiş yapraklarından gökyüzü görünmüyordu. Burası başka bir boyuttu sanki. Zaman kavramı soyutlanmıştı benim için. Etraf çok sessizdi. Tek bir ses bile yoktu. Ense tüylerim diken diken olmaya başlamıştı. Bunun nedeni ya ürpermem di ya da yüzümü ısıran soğuya çalan hava. Elimde asamı hissettikçe korkum biraz daha azaldı. Artık yapmak istediğim şeyi yapmak istiyordum. Derin bir nefes aldım. Tüm duygularımı aklımdan attım. Korku, heyecan, merak… Sonra sadece bir tek şey düşündüm. Mutlu olduğum bir şey. Burada olduğumu, büyücü olduğumu düşündüm. Yaşadıklarımın hepsinin gerçek olduğunu… Çünkü bu beni çok mutlu ediyordu. Sonra karanlığa doğru asamı doğrulttum. “Expecto Patronum!” diye haykırdım. Asamın ucundan gümüş iplikler çıkmaya başladı. İleriye doğru yol aldılar. Birbirine dolanırken hepside birden hava oldu. Kitapta okuduklarımı hatırladım. Aklım her şeyi tekrar okuduktan sonra ikinci bir kez denemek içi hazırlandım. Zihnimi tekrar boşalttım, daha da ciddi bir tavır takındım. Bu sefer aslan gibi kükremek yerine kendinden daha emin, durumu kontrol altına almış biri gibi davrandım. Normal konuşma sesimle büyülü sözcükleri söyledim.
—Expecto Patronum!
Sanırım bu sefer olmuştu. Merakla bekliyordum gümüş iplerin birleşmesini. Ve işte bekleyişim sona eriyordu. Karanlık yerde karanlık yavaşça silinmeye başladı. Gümüş ipler birbiriyle tango edercesine karışıp daha kalın bir iplik oluştu. İplik gümüş topa dönüştü. Toptan bir şey çıkmaya başladı. Bir kartal. Evet, kesinlikle bu bir kartaldı. Az sonra kanatları da ortaya çıkmıştı. Fakat ters giden bir şey vardı. Bu normal kartaldan daha da büyüktü. Beklide patronuslar böyle oluyordur diye düşündüm. Ama sonra kanatlardan ve iki devasa kartal ayağından sonra gelen vücut çok değişikti. Bir attı. Evet, bir at gövdesi belirmeye başlamıştı. Aman Allah’ım bu bir hipogrifti. Az sonra ilerideki eskiden karanlık ama şimdi gümüş bir aydınlığa yenik düşen yerde şimdi kocaman bir gümüş hipogrif duruyordu. Etrafı o kadar çok aydınlatıyordu ki, ağaçlardaki sincapları fark ettim. Buna ek olarak aydınlıktan rahatsız olmuş yarasalar buradan kaçışıyorlardı. Hipogrif beni sanki daha önceden beri bekliyormuş gibi bana baktı. Bana doğru yaklaşmaya başladı. Yaklaştıkça içim daha da huzur buldu, daha da ısındı. Önüme geldiğinde kanatları açarak şahlandı. Şuan her şey benim için hiçbir şeydi. Sadece o ve ben vardık. Geri kalan her şey gümüşe boyanmıştı. Hipogrif yüzünü bana doğru yaklaştırırken başından ayaklarına doğru karanlığa gömülmeye başladı. Her şey geri geldi. Bir kere daha patronusumu çağırmak istedim ama burada biraz uzun süre kaldığımı fark ettim. Hem artık hayvanları rahatsız da etmiştim. Soldan emir verilen bir asker arkama döndüm.
Güneşin parıltısını unutan gözlerim bir anda kısıldı. Süpürgemi elime alana ve havalanana kadar dünyayı bir çift yarıktan izledim. Gözlerim alışınca yine ileri sindim. Aniden süpürgem hızlandı. Uçarken bile hala patronusumu düşündüm. Etrafı çok aydınlatmıştı ya da orası karanlık olduğu için bana öyle gelmişti. Tabi ki doğru neden bu değildi. Patronus çağırmayı bu sene karanlık sanatlara karşı savunma da öğrenecektik. Bunu kitabı karıştırırken görmüştüm. Tüm teorik bilgileri yuttuktan sonra neden dönem sonunu bekleyeceğim diye düşünüp denemeye kara verdim. Hem ne güzel derse de hazırlık yapmış oldum. Yapılması zor bir büyü diye sözü ediliyordu ama bence hiç öyle olmamıştı. Hem bana göre zor büyü diye bir şey yoktur. Kendine güvenmezlik ve o konu hakkında bir şey bilmezlik vardır. Okuduğum ders kitabı ve ortak salondaki kütüphanemizden karıştırdığım bir kitap bana patronus büyüsü hakkında her şeyi söylemişti. Patronus çok işe yarar bir büyüymüş. Yapabilen büyücü için bir kalkan görevi görürmüş. Özellikle ruh emicilerle karşılaştığımızda bizim mutlu anılarımız yerine kalkanla beslenir ve bize zarar veremezlermiş. Ayrıca patronus bir yerden bir yere çok hızlı ama çok az ileti götürebilirmiş. Bunun nasıl olduğunu anlamadım ama eğer derste görene kadar yapamazsam Profesör Wood’an yardım isteyeceğim. Tabi o ben sormadan her şeyi anlatır ama…
Nimbusu yavaşça yere indirdim. Acıkmış olmamdan mı bilinmez ama biraz bitkin düşmüştüm. Sanırım ortak salona gitmeden önce Büyük Salona gidip ilk yemek yiyenler arasına katılmalıydım. | |
|
Aphrodite Yunan Tanrısı | Yaratıcı
Mesaj Sayısı : 34 Altın : 2147483647 Kayıt tarihi : 30/04/11
Kişi sayfası RP Seviyesi: (100/100)
| Konu: Geri: Lucian Luxsouer Cuma Haz. 17, 2011 2:17 pm | |
| Değerlendirme: Betimleme: 24/30 Akıcılık: 8/10 Yazım Kurallarına Uyum: 5/10 Sayfa Düzeni: 10/10 Renklendirme: 4/5 Kurgu: 19/25 Uzunluk: 10/10
Puanınız; 85 İyi rol oyunları dilerim. | |
|