Prionem Mundum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Prionem Mundum

Büyük yaratılışlar, büyük yıkımlarla başlar.
 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Laudine Swenian.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Artemis
Yunan Tanrıçası
Yunan Tanrıçası



Mesaj Sayısı : 4
Altın : 8
Kayıt tarihi : 18/06/11

Kişi sayfası
RP Seviyesi:
Laudine Swenian.  Left_bar_bleue98/100Laudine Swenian.  Empty_bar_bleue  (98/100)

Laudine Swenian.  Empty
MesajKonu: Laudine Swenian.    Laudine Swenian.  Icon_minitimeC.tesi Haz. 18, 2011 4:31 pm

İlk yağmur tanesinin, kurşunî gökten kopup yeryüzüne, biz zavallılar diyarına doğru inişe geçişini takip etti gözlerim. Bundan aylar öncesinde, havaya, karaya ve suya ilk cemrenin düştüğü an bile bu kadar ilgi uyandırmamıştı bende. Kanatlarında yeşil ve grinin hemen hemen tüm tonlarının raks ettiği, vitraylı camın üzerindeki kelebek figürünün ardından görebildiğim ve işitebildiğim kadarıyla, yağmur sonsuzluğa doğru akan her bir saniyede daha da arttırıyordu şiddetini. Yağmur damlaları, narin kelebeğin savunmasız bedenini paramparça etmek istercesine cama düzensiz bir saldırıya başladıklarında, belirsizlikten sıyrılıp kararımı vermiştim çoktan. Pencerenin önüne çektiğim, alçak oturaklı ve maun ağacından yapılmış gibi duran sandalyeden kalktım. Siyah - beyaz çizgili, yakasının birkaç santim altında, koyu renkli iki büyük düğme bulunan bluzumu ve pantolomu giydikten sonra, Slytherin'in göz alıcı yeşiliyle bezenmiş armaya ev sahipliği eden cüppemin dökümlü kol ağızlarına soktum ellerimi. Beni, dışarıda rüzgârla birlikte arazinin her metresine taşınan soğuk havadan koruyacağına inandığım cüppemin uzun etek kısmının cilalı ahşaptan zemini hafifçe sıyırışına aldırmayarak, ilk önce yatakhaneden ve daha sonra da ortak salondan ayrıldım. Zemin katın ürkütücü karanlıklarından çabucak sıyrıldım ve kendimi, başka bir yağmursuz Cumartesi gününde, önü sıkıntı verecek derecede kalabalık olabilecek ana kapının önünde buldum. Yağmurlu günleri, dışarıda değerlendiren az sayıda öğrenciden biriydim; belki de tek. Paris'in hiçbir semtine yakıştıramadığım yağmuru, burada, İngiltere'de doyasıya izlemek, damlaların tenime bahşettiği utangaç dokunuşlarını hissetmek, ertesinde, gerisinde yani toprakta bıraktığı izini; o tarifi imkânsız kokuyu duyumsamak... Hâyâl edebileceğimin de ötesinde bir şeydi yağmur, birilerinin önceden plânlanmış gününü mahvediyor olabilirdi, veya ondan nefret etmek için bir başka sebep de yaratıyor olabilirdi, ama benim gözlerim bu en sık nükseden doğa mucizesinin olumsuzluklarına karşı adeta körleşmişti.
Kayalığın, bir yamaç olmaktan çıkıp düz bir zemin hâline gelen köşesinden, aşağıdaki gölün türlü yeşilliklerle, ağaçlarla bezenmiş kenarına doğru inen taşlı patikada yürüyordum on beş dakika sonra. Patikanın girintili çıkıntılı zeminine bastıkça, ayakkabımın sert tabanından tok bir ses yükseliyordu, yağmurun ahenkli sesine eşlik etmek istercesine. Hüznün böylesine doğal bir şekilde notalara dökülüp gökyüzünden taştığı bir günde kaybetmiştim annemi. Anımsamak, eskisi kadar acı vermiyordu sanki. Bir daha dönmeyeceğini bildiğiniz birisinin yokluğu, bir süre sonra sıkmıyordu canınızı... Derin bir nefes aldım aralık dudaklarımla, daha şimdiden toprak kokusunun sindiği temiz havayı doldurdum ciğerlerime. Yasını sadece ölüm yıldönümlerinde tuttuğum annem için birden bastıran yoğun bir keder hissetmenin sırası değildi şimdi.
Patika, beni tenha kavramının her bir köşesinde görülebileceği göl kenarına getirmişti en sonunda. Yağmur da arttırmıştı bu sırada şiddetini; gölün koyu renkli yüzeyinde dalgalanan ve en sonunda yok olan şekiller ortaya çıkartıyordu damlalar, aynı zamanda fevrice ıslatıyorlardı cüppemle sarmalanmış bedenimi. Kim bilir hangi göllerden yükselen, nerelerden gelen sularla ıslanıyordu saçlarım, yüzüm, ellerim... Az ilerideki huş ağacının altına oturacak kişiyi korumak istercesine gövdesinden fışkıran dallarının altında oturmanın hiç de kötü bir fikir olmadığına karar vererek, hızlı sayılabilecek adımlarla ilerledim açık renkli gövdeye sahip ağaca doğru. Sık ve kalın yaprakları sebebiyle, gölgesinin düştüğü toprak zemini kupkuru bir vaziyette koruyan ağaca şükürler ederek, sırtımı gövdesine yaslayabileceğim bir şekilde oturdum yere. Zéphyrine'in emirleri doğrultusunda, Antoinetta tarafından soylu ve gururlu bir hanımefendi gibi yetiştirilmiş Laudine Véronique'a yakışmayacak kadar düşüncesizce bir hareketti o anda, orada bulunuyor oluşum. Ama göz ardı edilemeyecek bir gerçek daha vardı ki, o sırada ben Zéphyrine'in yanında, Paris'te değil, Hogwarts'ta, İngiltere'deydim.
Yağmurun kulak okşayan tınılarını, çimenlerden yayılan bir hışırtı böldü aniden. Gözlerimi, gölün çoğu kişide cefa dolu hisler uyandırabilecek kadar ümitsizlik verici görünen yüzeyinden güç bela çekip, hışırtının geldiği yöne baktım. Ve işte orada, yanımda, nefes kesen bir yakınlıkta, Théodore duruyordu. Yağmurdan, yağmurun verdiği huzurdan, düşleyebileceğim ve sahip olmayı arzulayacağım her şeyden daha görkemli olan kusursuz yüzüne kenetlendi bakışlarım, sonsuzluk kavramını yıkana, yok edene kadar hiç sıkılmadan rahatlıkla izleyebilirdim bu çehreyi. Akvamarin mavisi gözleri, şimdiye kadar hiçbir yerde - belki yıldızlarda bile - görmediğim değişik bir ışıltıyla parlıyorlardı; yeşil ve mavinin böylesine mükemmel bir şekilde harmanlanışına, bu iki rengin bir insanın gözlerinde dans edişlerine ilk defa şahitlik ediyordum. Sanki güneşin kendisi, ışıktan elleriyle dokunmuştu saçlarına... Ona olan aşkım yüzünden gözümde bu kadar ilahlaşıyordu belki de, ya da kör olan ben değildim, gerçekten hiçbir kusuru yoktu. Kalbim, kulaklarıma ikincisinin gerçekliğini fısıldıyordu, Théodore söz konusu olunca her zaman yaptığım gibi, kalbime inandım.
Ona olan aşkımın farkına nasıl varmıştım? Babamın verdiği bir partide, benimle kıyaslanamayacak kadar güzel bir kızı kollarına alıp, beraber dans ettiklerinde içimde yükselen öfke ve kıskançlık nidaları sayesinde mi? Yoksa, ailesiyle beraber evimize geldiği bir akşamüstünde, kahkahasındaki gizli ve nefes kesici notaları fark ettiğimde mi? Emin olamıyordum, sanki hepsi birden üst üste birikmiş ve daha önce hiç tatmadığım bir duygunun, bir başka deyişle ismini sadece romantik şairlerin kalemlerinden dökülen eserlerde gördüğüm aşkın acımasız pençelerine düştüğümü anlamıştım.
İşte şimdi, yanımda sessizce oturmuş, benim gibi bekliyordu. Beni istemeden içinden çıkılması imkânsız bilmecelere hapsediyordu, ama bu asla ondan nefret etmem için yeterli bir sebep olmazdı. Aşkım solup gidemezdi asla. Bana hayatta olduğumu bu kadar iyi bir şekilde hissettiren ilk ve tek kişiydi Théodore; onu unutmam imkânsızdı. Ne diyecektim, ne söyleyecektim? Ciddiyetten ödün vermeden, aramıza kendimi kahrederek buzdan bir duvar mı örecektim? Yoksa aramızda hiçbir zaman canlanmamış olan sahte samimiyeti mi yansıtacaktım sözlerime? Bir yağmur damlası, ağacın yaprakları arasından süzülüp yavaşça elime düştü. O sırada ben de, bu sessiz bekleyişin sona ermesi gerektiği kararını vermiştim. Yavaşça kaldırdım başımı, içimde kalan son cesaret kırıntılarıyla diktim gözlerimi gözlerine. Şimdi, nefesimin kesilmesine izin veremezdim, hayır. "Yağmurun sesi... Ne kadar hoş, değil mi?" Kahretsin. İçimden geçen onlarca şeyi söyleme fırsatım olsaydı, nefesimin yetmeyeceğinden emindim. Şimdiyse söyleyebildiğim tek şey buydu... Ne kadar acizce.
Başının üzerini atlas bir örtüymüşçesine saran güneş rengindeki saçlarının alnına dökülen perçemlerini geriye doğru ittirdi ve tebessüm etti; dudakları hafifçe yukarı kıvrılıp yüzüne yumuşak bir ifade kazandırırken, benim kalbim de delicesine çarpıyordu. "Evet, öyle," diye mırıldanışını işittim, Salvatore Adamo'nun eşsiz sesinden söylenen bir şarkıymışçasına.
Zayıf bedenimi toprak zeminden çekip alarak ayağa kalktığımda, şaşkın bakışlarının üzerime perçinlendiğini duyumsayabiliyordum. Kaçacaktım yine, o yakınlardayken hep yaptığım gibi; gidecek, uzaklaşacak, belki de bir milyonuncu defa hislerimi unutmaya, onları diri diri kalbimdeki bir mezara gömmeye çalışacaktım. Tek söz bile etmeden ileriye doğru bir adım attım. Ağacın yaprakları arasından sıyrılıveren başıma hoyratça düşmeye başladı yağmur taneleri, aldırmadım. Yürüdüm sadece, Théodore'u ardımda bırakarak. Ama farkında olmadığım bir şey vardı, ona duyduğum aşkı asla geride, gölgem gibi arkamda bırakamazdım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Amphitrite
Yunan Tanrıçası
Yunan Tanrıçası
Amphitrite


Mesaj Sayısı : 27
Altın : 2147483647
Kayıt tarihi : 30/04/11

Kişi sayfası
RP Seviyesi:
Laudine Swenian.  Left_bar_bleue100/100Laudine Swenian.  Empty_bar_bleue  (100/100)

Laudine Swenian.  Empty
MesajKonu: Geri: Laudine Swenian.    Laudine Swenian.  Icon_minitimeC.tesi Haz. 18, 2011 4:39 pm

*Betimleme: 30/30
*Akıcılık: 10/10
*Yazım Kurallarına Uyum: 10/10
*Sayfa Düzeni: 10/10
*Renklendirme: 3/5
*Kurgu: 25/25
*Uzunluk: 10/10

Puanınız: 98

KİLİT!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Laudine Swenian.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Laudine Swenian.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Prionem Mundum :: Seçim Alanı :: Seviye Belirleme-
Buraya geçin: