Tanrılar nefret doluydular ve gökyüzünden delinmişçesine yağan yağmur, bunun işaretçisiydi. İnsanlığın sefaletinin, karanlığının ve ruhsuzluğunun, günahlarının ve inançlarının, tutkularının üzerindeki o ışık, solgun bir griye bürünmüştü o gece. Korku dolu gözler denize, toprağa ve geceye bakıyor, yaratıcılarının izlerinden bunun sebebini arıyorlardı.
Deniz, bunu biliyordu. Dalgalarının karaya daha güçlü vuruşunun, fokurdayışının, kan rengini alışının sebebinin yine o olduğunu biliyordu. Doğanın büyük güçleri, onları değiştirmek için güç harcayanların üzerine çullanmış, savurganlıklarını cezalandırıyorlardı.
Gökyüzü, bunu biliyordu. En yukarıdan düşen ateşin değdiği yerlerden çıkan kıvılcımların, yanan ruhların ve rüzgârla dağılan bedenlerin ait olduğu yere dönüşünün keyfiyle çatırdıyordu gece. Çaresiz kölelerini dinliyordu rüzgarlar, ama nefeslerinin yok oluyuşla beraber, olması gerekene her saniye daha da yaklaşılıyordu.
Toprak, bunu biliyordu. Üzerindeki bedenlerin kendisine döneceğinden elbet emindi yeryüzü, onların kendisine verdiği zararların sonuçlarıyla kuruduğundan emin olduğu kadar. Aynı silkinerek nefret dolu kılıcını kınından çeken bir asker gibi, dur durak bilmeden öldürüyordu metalinin keskinliğine ilk değeni.
Tanrılar yalnız değildiler o gece. Paylaşıldıklarını, kullanıldıklarını bildikleri bir başka dünyanın bir başka ismin dünyasına giden aynaları parçalıyor, aciz fanilere biz buradayız diyorlardı, korkun bizden ve bize tapın. Tapınakların içine sığınan, inançları uğruna kanlarını, etlerini, ruhlarını feda edenleri dahi affetmiyorlardı.
O gece, insanlık yaptıklarının bedelini yaşarken, Tanrılar onları izliyordu. Dünyanın en yüksek dağından daha yüksek, en derin çukurundan derin, en güzel bahçelerinden daha güzel, varlığın ve yokluğun olmadığı bir yerdeydiler.
Üç taneydiler, Jupiter, Neptune ve Pluto. Gökyüzü, deniz ve toprak. Nefes, kan ve beden. Arkalarında kalan yüzyılların sonunda eskimiş bedenlerinin ardında, evrenin merkezi saklıydı belki de.
Ama o gece, gökyüzü şahlanır, denizler dalgalanır ve toprak parçalanırken, insanlıktan geriye küçük bir umut bıraktılar ve gittiler. Geri döneceklerdi, acizlik sadakate, korku bağlılığa dönecekti ve onlar, kendilerini yeniden bulacaklardı.