Prionem Mundum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Prionem Mundum

Büyük yaratılışlar, büyük yıkımlarla başlar.
 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Yokluğunla Beraber | Parry

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
İsis
Mısır Tanrıçası | Yaratıcı
Mısır Tanrıçası | Yaratıcı
İsis


Mesaj Sayısı : 97
Altın : 2147483647
Kayıt tarihi : 30/04/11
Yaş : 30

Kişi sayfası
RP Seviyesi:
Yokluğunla Beraber | Parry Left_bar_bleue100/100Yokluğunla Beraber | Parry Empty_bar_bleue  (100/100)

Yokluğunla Beraber | Parry Empty
MesajKonu: Yokluğunla Beraber | Parry   Yokluğunla Beraber | Parry Icon_minitimeÇarş. Haz. 15, 2011 5:58 pm

FANDOM: HP - AU
TÜR: Romance
RATİNG: PG
ÇİFT: Pansy - Harry
NOT: Birdenbire gelen bir ilhamla, 2 saat içinde yazdığım küçük bir one-shot. İyi okumalar. Yorumlarınızı bekliyorum. Very Happy


Yokluğunla Beraber | Parry 7455

Yokluğunla Beraber

Gökyüzü kıyametleri kopartarak gürlerken ne bulutların yaygarasına ne de yağmura aldıran genç kadın beklemekte olduğu telefon kulübesinin içinde durmaktan sıkılarak koşturmaya başladı. Siyah uzun saçları o adımı attıkça hava da adeta uçuşurken zümrüt gözlerine çöken karamsarlık, suratındaki gölgelerle birlikte onun ne kadar çaresiz olduğunu açıkça ortaya döküyordu.

Genç kadınınsa nasıl göründüğü umurunda bile değildi. Belki bu zamana kadar umurunda olabilirdi ama artık çok geçti. Neden yenildiğini saklamaya çalışıyordu ki, kaybeden o idi. Bunu suratına o kusursuz gülümsemesini kondurarak saklasa ne olurdu? Sanki insanlar ona inanacaktı... sanki bir şeyler değişecekti. Bu sefer içten içe yanacak, suratı gülerken kalbinde fırtınalar kopacaktı.

Ne yaptığını bilmiyordu aslında. Kırmızı ışığı fark etmeyerek atladığı yolda, birkaç korna ve küfürden sonra yola bakmayı akıl ettiğinde neredeyse bir araba ona çarpmak üzereydi. Kalbi korkudan, belki de ölüme bu kadar yakın olmanın verdiği o mayhoş duygudan olsa gerek tekledi. Titremeye başlayan elini adama özür dilerim anlamında elini kaldırarak yolun karşısına sağlam bir şekilde vardı.

Gözleriyle etrafını taradığı sırada üzerindekilerin vücuduna yapıştığının farkında olsa da onları aldırmadı. Gözlerinden yaşlar boşanırken gökyüzünden düşen birkaç sıradan yağmur damlasının ne önemi vardı? Yüksek sesli bir iç çekişin ardından akmaya başlayan rimelini elinin tersiyle silerek yeniden amaçsızca koşmaya başladı.
Birden kendisini sahilde, o aşina olduğu sokaklarda bulunca olduğu yere mıhlandı. Bu sefer koşmak şöyle dursun, ayağını kaldırmak bile istemiyordu. Yağmurun etkisiyle grileşmiş denizin sularına bakarken kuvvetli bir dalganın hemen yanı başına dökülmesini izledi. Gözleri bir amacı olmadan denize daldı… yalnızca seyretti.

Var olduğunu sandığı kontrolün aslında olmadığını işte o an algıladı. Aslında hiçbir zaman kontrollü olmamıştı. Her zaman haykırmıştı içi, hep kaybetmişti.
Ağlayışı iyice güçlenirken boğazından kopan bir hıçkırık boş sokakta yankılandı. Ellerine yüzüne bastırırken ürkek adımlarla ilerledi. Kıyının en ucuna geldiğinde denizle arasında bir adım kaldığında ellerini çekerek ufuğa doğru odaklandı. Hıçkırıkları birdenbire huzur bulup susarken gözlerinden sessizce bir gözyaşı süzüldü.

* * *

“Hadi Pansy, yapabilirsin ver elini bana!”
“Seni aptal Potter beni hiçbir güç oraya çıkartamaz anlıyor musun?!”

Aptal Potter damgasıyla nitelenen Harry Potter kahkaha atarak anlamadığını gösteren bir işaretle kafasını iki yana salladı. Pansy Parkinson ise bu cevaptan hiç memnun olmayarak homurdanmaya başlayınca çaresizce Potter yeniden genç kadını yüreklendirmeyi denedi.

“Bir adım atacaksın Pansy yapma, hani sen hiçbir şeyden korkmazdın? Kanıtla!”
“Bana bak canım, yemezler. Hiçbir şeyden korkmam evet-”

Genç kadın tekneyle bulunduğu kıyı üzerindeki yaklaşık iki büyük adım mesafesindeki boşluğa ve o boşluktan düşerse onu kapacağını belli eden dalgalara korku dolu bir bakış attıktan sonra devam etti.

“-Denize düşmek dışında.”
“Bana güvenmiyor musun? Seni tutacağım… uzatma ver elini kadın.”
“Kadın? Hah! Birde küstahsın Potter, hayır yani anlamadığım şey sana nasıl katlan-”

Pansy sözünü bitiremeden Harry onun elini yakaladığı gibi kendisine doğru adeta güç gösterisi yaparak çektiğinde genç kadın kendisini ne olduğunu anlayamadan teknenin üzerinde buldu. Ağzı açık bir şekilde şimdi de ‘kaba’ olan Potter’a hakaretler sayarken genç adam bundan zevk alarak ellerini beline koydu.

“Bitti mi?”
“Hayır henüz daha nasıl bir domuz olduğunu söylemedim.”
“Şimdi?”
“Şimdilik bu kadar, aklıma geldikçe eklerim.”

Harry genç kadının ne kadar inatçı olduğunu mırıldanarak onun homurdanmasını duymazdan geldi ve ellerini beline doladı. Birden Pansy’nin yelkenleri suya inerken Harry onun gevşediğini hissetse de belli etmeyerek devam etti.

“Homurdanman bittiyse seni öpebilir miyim?”

Pansy kısa bir kahkaha patlatarak kafasını onaylamaz bir biçimde salladı. Ne kadar dayansa da artık genç kadının cazibesine daha fazla dayanamayacak olan Harry acı içerisinde neden demek üzereyken, karşısındaki küçük şeytan bunu anlamış gibi atıldı.

“Çünkü Potter…-”

Pansy parmak ucunda yükselip dudaklarıyla Harry’nin dudaklarını örttüğünde, Potter bunun ‘çünkü ben seni öpeceğim’ demek olduğunu biliyor, gülümsüyordu. Genç kadını kendisine iyice çekip onu şehvet ve tutkunun birleşip adeta tavan yaptığı bir şekilde öptü. Bu öpücük kaç dakika sürdü ikisi de bilmiyordu, oysa bittiğinde ikisi de biran önce ileri gitmek istiyordu. Sabırsızlıkları kalplerinin atışlarıyla taçlanırken, bir adım gerileyen Pansy hâlâ bırakmadığı Harry’nin elini sıktı. Kaşlarıyla içeriyi gösterirken Harry küçük bir kahkaha attı. Ardından ikisi sırıtarak teknenin içine doğru ilerlerken Pansy’nin ‘Seni yaramaz!’ şeklindeki çığlıkları boş sahile anılarla beraber kazındığının ikisi de farkında değildi.


***

Pansy gözlerini daldığı noktadan ayırırken derin bir şekilde nefes aldı. Ciğerleri temiz havanın ve toprak kokusunun verdiği yakıcı tatla yanarken öksürerek vücudu isyan etti. Soğuk, bedenine işlerken vücudu eve gitmek istiyor, ruhu ise buna şiddetle karşı çıkıyordu. Burada kalmaya ihtiyacı vardı ruhunun, amaçsızca geldiği bu sahilde biraz daha kalmaya… biraz daha geçmişi anmaya ihtiyacı vardı.

Kendi kendine gülümsedi. Gülümsemesi yavaş yavaş büyürken keder dolu bir kahkaha attı. Kahkahası denizin dalgalarında kaybolup, rüzgarın uğuldamasıyla kendisine geri dönerken nedensizce arkasını döndü. Koca bir boşlukla karşılaşacağını bilmesine biliyordu ama yine de hayal kırıklığına uğramıştı. Neden bir kez olsun imkansız gerçekleşmiyordu?

Anılarla yaşamayı öğrenmişti üç senedir. Çoğu zaman gülerek, bir o kadar da ağlayarak. Aslında hafızasını zorladığında anılarının çoğunun mutsuz olduğunu biliyordu. Yine de aklında kazınmış olanlar yalnızca mutlu olanlardı. Sevgi dolu, aşk dolu, şefkat ve şehvet dolu… Canını yakanların aslında mutsuz olanlar olması gerekirdi ama değildi. Mutlu anılardı onu bozguna uğratan, ona geçmiş günlerin ‘değerini’ anlatan.
Kuvvetlice bir rüzgarla saçları suratına yapışırken kafasını iki yana salladı. Kötü bir an düşünmeye çalıştı, bir faydası olacağını sanarak ve inanmak isteyerek. Gözlerini sımsıkı yumduğunda ellerini de yumruk yaptığından habersizdi.

***

Pansy Parkinson, biricik Potter’ının ona yaptığı süprize vereceği tepkiyi düşünürken heyecandan dakikada bir odada asılı olan saate bakıyordu. Zaman sanki her zaman olduğunun tersine geçmemekte inat ediyor, genç kadına eziyet vermek için ağır ağır akıyordu. Genç kadın ise kendi kendine mırıldanarak biraz sonra Harry’nin geleceğini, sürprizini göreceğini söylüyordu.

Neredeyse bininci söyleyişinde, zaman bile artık ona oyun oynamayı bırakmıştı. Aksine, oldukça hızlı geçip gitmişti. Harry’nin gelmesi gereken saati üç saat geçtiğinde evet, fazlasıyla hızlı geçmişti. Gözleri artık yorgunluktan çökmüş, saate bakmayı bırakmıştı. Beklediği kapının önünden çekilmiş, kendisini severek beraber seçtikleri gri koltukların üzerine atmıştı. Göz kapakları ağır ağır kapanırken, kapının açılmasıyla olduğu yerden sıçradı.

Kendisinde kalkma gücünü bulamazken Potter’ın kahkahasıyla yerine çivilendi. Potter bir deli gibi gülüyordu, bunun tek bir sebebi olabilirdi… içmişti. Pansy’nin onu evde beklediğini bildiği halde o sarhoş olmayı ona tercih etmişti.

“Hadi ama Cho- ahaha şaka yapıyor olmalısın? Ha, hayır tabiî ki de içeri gelebilirsin! Gel.”

İnce bir kız sesi Pansy’nin kulaklarının içine işler, tüm bedenini deşerken midesine tekme yemiş gibi oturduğu koltukta iki büklüm oldu. Harry ne yapıyordu böyle? Kendisine bir şaka mıydı yaptığı? Evet… muhtemelen öyle olmalıydı.

“Ne? Yatak odası mı? Sağdan ikinci kapı. Ne yapa-”

Harry’nin sesi birden kesilince ve ardından bir kadının inlemesini işitince içinde nadiren de olsa ortaya çıkan ‘merhamet’ duygusu tamamıyla kayboldu. Hatta yerine öfkenin tohumları yerleşti. Sinirden gözleri yanarken dehşetle ayağa kalktı. Suratını onlara döndüğünde Harry’nin Cho dediği çekik gözlü bir kadını ittirdiğini gördü. Suratında tokat yemiş gibi bir ifadeyle kadını iterken Pansy’i görmedi.

“Cho hayır yapma-”
“Hadi ama Harry, itiraf et hoşuna gidiyor. Yoksa hoşuna gitmiyor muyum?”
“Elbette sen çok hoş bir kadınsın ama Cho ben bunu Pansy’e yapam-”
“Bırak şu aptal kadını Harry, anlamıyor musun o seni sevmiyor! Yalnızca çıkarları için seninle. Sence bu kadar kısa zaman içerisinde Draco’yu unutması mümkün mü? Onu kıskandırmak için seninle… Bu kadar mı körsün?”

Onları yalnızca izlemekte olan kadın olduğu yerde sarsılırken aklı başından gideli çok olmuştu. Dinliyordu evet, yalnızca dinliyordu. Sadece şimdilik. Biraz sonra kendisine hakaret etmeye kalkan o kaltağı bir güzel dövecek ve Potter’a şu an ki ruh halinin hesabını soracaktı.

Harry’den ses gelmezken, Cho yenilmeden devam etti.

“Anlamıyorsun değil mi? O kadın paranı yiyor Harry. Bir düşün, sana ne yaptı? Sen de aslında onu sevmiyorsun.”
“Hayır Chang onu se-”
“O seni sevmiyor Potter, bu kadar aptal biri değilsin. SENİNLE OYNUYOR!”

Harry, sarhoşluğun verdiği etkiyle zaten mantıklı düşünemiyordu. Duyduğu sözcüklerle olduğu yere çökerken kalbi bunu reddediyor ama ‘karmakarışık’ olan çakır keyif beyni bunu kabullenmeye başlıyordu.

Cho’nun dudaklarını yeniden kendi dudaklarında hissedince onu bu sefer ittirmedi. Şefkatli okşayışlarına izin verdi, kalbini tamir etmesi için kapılarını açtı. Oysa genç kadının şefkati git giderek kayboldu ve onun üzerindeki gömleği bir ateşle çıkardı. Güzel bedeni onun göğsünün üzerine kapanırken öğüren Pansy midesini yerinde tutmaya çalıştı. Gözlerinden akmaya çalışan yaşları geldikleri cehenneme sokarken birden bire tanrının ona verdiği güçle dikeldi. Birkaç adım attı. Topuklu ayakkabılarının çıkardığı seslerle ikisi de gözlerini o tarafa kaydırınca Harry Cho’dan kurtulmaya çalışsa da Cho ona iyice yapıştı.

Pansy gülümsedi. Gülümsemesi kahkahaya dönüşürken önlerine gelince durdu. Harry konuşmak istese de ağzı açık ona bakarken Pansy tüm cesaretini topladı.

“Siz… evimden defolun.”
“Pansy-”
“Burası Harry’nin evi.”

Genç kadın bir adım daha attığında suratından alevler adeta fışkırırken Harry, Cho’yu en sonunda kollarından uzaklaştırdı. Eliyle Pansy’nin elini kavramaya çalışsa da genç kadın bir adım geri attı.

“Ben sizi burada öldürmeden gidin.”
“Açıklayabilirim-”
“Yo hayır ben her şeyi öğrendim Potter. Bir saniye daha durursanız, polis çağırırım. Ciddiyim.”

Harry genç kadının bakışlarından şu an da tek kelime etmemenin daha iyi olacağını düşünerek dışarı çıktı. Cho’da onla beraber dışarı adımını atınca sertçe kapanan kapının ardından Pansy Parkinson yere yığıldı. Hıçkırıkları evinde yankılanırken, onun için elleriyle yaptığı şans kolyesini düşünmemeye çalıştı.


***

Elinin acısıyla kendisine gelen kadın, kanattığı eline baktı. Bir güzel küfrederken bunca yılda ne kadar değiştiğini düşündü. Çok kavga etmişti Potter’la, onu çok kırmıştı, kendisi çok kırılmıştı. Oysa bunların hiç biri beş dakikayı aşmamıştı. Hep birbirlerine geri dönmüşler, özür dilemişler, sarılıp barışmışlardı. Bu kötü anıların hepsi uçup gitmişti aklından. Oysa bu, göz göre göre aldatılışını hiç unutamıyordu. Her şeye nokta koyan da bu olmuştu. Ertesi gün, hiçbir şey olmamış gibi işine gitmişti Pansy. Potter gelmemişti, gelmesini de beklememişti. Sonra, onun evine dönmemişti. Otel odalarında bir haftasını harcadıktan sonra işinden ayrılmış, var olan birkaç arkadaşıyla vedalaşmış ve kendisine yepyeni bir hayat kurmuştu bambaşka bir ülkede, bambaşka kişilerle.

Başkaları girmişti hayatına. Onları sevmiş, onlarla dost olmuş, onlarla yatmış, onlarla yaşamıştı. Üç sene de çok şey değişmişti. Potter, Pansy’nin hayatının dönüm noktasıydı. Ondan önce genç kadın asi, vurdumduymaz, sinirli, her şeye itiraz eden ve duygusuz biriyken Potter’ın hayatına girmesiyle tanınamaz hale gelmiş, inanılmaz derecede duyarlı bir meleğe dönüşmüştü. İçindeki şeytan bir yerlere saklanmıştı o zaman ama Potter’ın ihanetinden sonra yeniden çıkmıştı dışarı. Onun yokluğunda içindeki güç daha da büyümüş, güçlenmişti.

Genç kadın şimdi eskisinden daha güçlü ve daha geçimsizdi. Kimseyle yapamıyordu, her şeyi günü birlikti. Sevgisi, dostluğu, aşkı, arkadaşlığı. Düzenli bir işi vardı, günlerinin çoğunu zaten işiyle ilgilenerek geçirirdi. Güzelliği her zamanki gibi dillere destandı, ağına düşürürdü çoğu kişiyi. Oysa bir zamanlar bakışlarına yerleşen ‘masum’luk bir daha eski yerini almamıştı.
Şimdiyse aradan geçen yılları hiçe sayarak eski vatanına dönmüştü, onunla neredeyse her köşesinde bir anısı bulunduğu bu lanet ülkeye, bu lanet şehre.  Potter onu aramış mıydı, bilmiyordu. Yeni bir ülkeye gittiğinde her şeyini değiştirmişti, telefonunu, e mail adresini, hesaplarını… Ona ulaşabilmesini imkansızlaştırmıştı. Buraya geldiğinden beriyse eski arkadaşlarına hiç uğramamıştı. Onlara kendisini sormuştu belki, hoş bu genç kadının artık umurunda bile değildi.

Gözlerinden yaşları silerken yağmur durmuştu. Duru bir sessizlik sokaklara düşerken aslında genç kadının gururuna dokunan artık ondan nefret etmiyor oluşuydu. O günü defalarca yaşamıştı beyninde, aslında o kabullenmemişti bunu. İstememişti bunu yapmayı Potter, sadece bir anlık hataydı. Her insanın yapabileceği gibi. O putlaştırdığı Potter bile yapabilirdi. Lakin yapmıştı da.

Kalbi ondan nefret etmiyordu evet, o da ona laik olmamıştı kimi zamanlar. Geçimsiz birine dönmüş, gözleri başka taraflara, başka kişilere kaymıştı. O da yanlışlar yapmıştı. Şimdi düşündükçe anlıyordu bunu. Bu yüzden, nefreti git gide boğuluyordu yüreğinde. Oysa, ondan hala nefret etmeliydi. İntikam duygusu içinde ilk gün ki gibi kor ateş halinde olmalıydı. Yasaktı bundan sonra ona Potter, imkansızdı. Bunu kabullenmişti kabullenmesine ama içi hala isyanlardaydı.

Kaderine boyun eğmesi gereken herkes gibi sırtını dikleştirdi. Buraya gelmesi yanlıştı, anılara kendisini bu kadar yakın bulması da öyle. Bu şehirden acilen kurtulmalıydı. İçini çekerek sahil boyunca ilerlemeye başladı. Gözleri uzaklara dalıp gitmekten vazgeçmiş, aklı başına gelmişti.

Karşısına çıkan ilk kafeye daldığında kendisine yönelen bakışlardan ne kadar korkunç olduğunu anlayarak doğruca tuvalete daldı. Gördüğü görüntü düşündüğünden daha da beterdi. Kendi kendisine ne yaptığını o bile anlayamazken çantasını çıkardı. Suratını iki kez yıkayarak akan makyajını sildi. Çantasından çıkardığı malzemelerle yeniden makyajını yapıp, saçını fırçaladığında ıslanmış ceketini çıkardı. Onu eline aldığında aynasındaki görüntüsüne baktı. Belki suratına renk gelmişti, belki artık az önceki gibi korkunç değildi ama suratındaki keder çizgilerine işlemiş hala orada duruyordu.

Tuvaletten çıktığında oluşturduğu sırayı aldırış etmeden kasaya doğru ilerledi. Onu az önce gören garson gördüklerine inanamazken aynı kişi olup olmadığından şüphelendi. Karşısındaki tanrıça, az önceki bitkin düşmüş kız mıydı? Kafasını iki yana sallayarak acilen toparlandı. Genç kadının istediği kolayı ona uzatıp, onun uzattığı parayı aldığında kafasını eğmesiyle genç kadının kaybolması bir oldu.

Pansy, elindeki kolasını kafasına dikerken yeniden sahile çıkmanın ve temiz havayı içine çekmenin verdiği karmaşık duygu eşliğinde gözleriyle etrafı taradı. Havanın kararmakta olduğunu fark ettiğinde geldiği yolu yeniden hızla –koşmadan- ilerlemeye başladı. Yağmurun dinlemesiyle sokak birdenbire kalabalıklaşmıştı. Çocuğu yaşlısı herkes daha önceden de olduğu gibi sahile dökülmüştü.

Suratına yapmacık bir gülümseme kondurarak hızını yavaşlattı. Kalabalığın tadını çıkarırcasına ilerlerken nedense tanıdık olduğu bir kahkahayla yanı başındaki banka kaydırdı kafasını. Tanıdık kızıl saçlar, suratındaki çiller ve masmavi gözler o kadar tanıdık ki- Ginny Weasley. Üç senedir görmediği kız büyümüştü, hep çocuk gibiydi onun yanında. Şimdiyse genç bir kadın olmuştu. Nedense ona selam vermeyi düşündü, içinde yükselen bu duyguya engel olmaya çalışırken genç kadının yanına bir genç adamın- hayır tanıdık birinin, Harry Potter’ın oturmasını izledi. Hemen birkaç adım ilerilerindeydi, kafalarını kaldırıp baksalar onu göreceklerdi. Pansy oradan kaçmak istedi, oysa gözleri Potter’da takılı kalırken hiçbir şey yapamadı. Potter’ın Ginny Weasley’e sıkıca sarılmasına şahit oldu. Genç kadının kafasını onun omzuna dayamasına.

Bunu hak edecek ne yapmıştı ki? Yıllardır hasretiyle öldüğü adamı yıllar sonra gördüğünde yanında sevgilisinin olmasını hak edecek kadar kötü müydü? Cevap boğazında düğümle asılı kalırken bu sahneye daha fazla bakamadı. Potter’ı gözlerine saklarken, farkında olmadan elinde tuttuğu ceketini düşürdü. Hızla oradan uzaklaşıp, bir taksiye atladığı sırada Harry Potter Ginny’e iyice sokularak mırıldandı.

“Üç sene Ginny… üç sene. Oysa onu hala delicesine seviyorum.”
“Geçecek Harry, unutacaksın. Dostum, her zaman yanındayım.”

Ginny, Harry’e güven verircesine gülümserken Harry’nin gözleri dört beş adım ilerisindeki yerde duran cekete kaydı. Nedensizce refleksine engel olamayarak ayağa kalktı ve ceketi aldı. Ceketin tanıdık kokusu içine işlerken olduğu yerde kaldı. Gözleriyle etrafına bakınsa da yakınında kimseyi göremedi.

Sadece birinin biricik Pansy’siyle aynı parfümü taşıdığını düşünerek ilginç tesadüfle iç geçirdi. Ceketi Ginny’e uzatırken, ceketi polise teslim etmelerini mırıldandı. Ardından, parfümün güçlü etkisiyle bu sahilin ona hep hatırlattığı genç kadının hayaline daldı.

Keşke dedi… keşke burada olsaydı.

SON
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Persephone
Yunan Tanrıçası
Yunan Tanrıçası
Persephone


Mesaj Sayısı : 49
Altın : 2147483647
Kayıt tarihi : 14/06/11

Kişi sayfası
RP Seviyesi:
Yokluğunla Beraber | Parry Left_bar_bleue99/100Yokluğunla Beraber | Parry Empty_bar_bleue  (99/100)

Yokluğunla Beraber | Parry Empty
MesajKonu: Geri: Yokluğunla Beraber | Parry   Yokluğunla Beraber | Parry Icon_minitimeCuma Haz. 17, 2011 12:27 pm

Bakıyorum buraya da koymaya başlamışız hikayelerimizi Selin Hanım. Yazılarınıza ne kadar bayıldığımı biliyorsunuzdur elbet, anlatmama gerek yok. Çok hoş bir hikaye olmuş, ellerinize sağlık diyor ve konuşmamı 'sizi yirim' diyerek bitiyorum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
İsis
Mısır Tanrıçası | Yaratıcı
Mısır Tanrıçası | Yaratıcı
İsis


Mesaj Sayısı : 97
Altın : 2147483647
Kayıt tarihi : 30/04/11
Yaş : 30

Kişi sayfası
RP Seviyesi:
Yokluğunla Beraber | Parry Left_bar_bleue100/100Yokluğunla Beraber | Parry Empty_bar_bleue  (100/100)

Yokluğunla Beraber | Parry Empty
MesajKonu: Geri: Yokluğunla Beraber | Parry   Yokluğunla Beraber | Parry Icon_minitimeCuma Haz. 17, 2011 5:53 pm

Öhöm hayatım şimdi yeni site açmışız madem, açılışı yapalım dedim. Çok teşekkür ederim canım. Benim de senin yazılarına bayıldığımı biliyorsun. Ben de seni yer, sevgilerimi sunarım. Razz
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Yokluğunla Beraber | Parry
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Prionem Mundum :: RP Dışı :: Sizin Hikayeleriniz :: Hayran Hikayeleri-
Buraya geçin: